Boytu Mücerret Nedir?

Geleneksel Sanatların üçüncü boyutudur

BOYTU MÜCERRET

KAYDIR
.

Geleneksel Sanatların
sadece çizgilerinin ya da desenlerinin,
tekniklerinin yahut tanımlarının değil;
Ruhunun da eklendiği boyutudur; BOYTU MÜCERRET.
Dilinin de dahil…

.

Geleneksel kültürümüzün iki boyutlu düzlemdeki yazı ve çizi sanatlarını, üç boyutlu yorumlayıp üreterek kültürümüze bir ilki kazandırma fikri oldu bizi heyecanlandıran.

Evvela
bize ait olanı koruyup geliştirme hassasiyeti, sonra yeni bir boyutu geleneğe hakkıyla ekleyebilme gayreti nihayetinde geleneksel fikri ve kültürü yeni bir formla gelecek nesillere ulaştırabilme heyecanı ile geleneğimizin iç boyutunu üç boyuta taşımak istedik.

.

Nihayet yüzyıllarca çizgi olarak yaşayan nice ibare ,ifade ve lafzın vücut bulmuş;
soyutun boyut kazanarak somutlaşmış hali doğdu.
İçinde soluklandığımız bu hayalin adı BOYTU MÜCERRET oldu.

Boyut kazanmış olmak için, yerden yükselmiş olmak yeterli miydi peki?

Enden… Boydan… Yükseklikten ibaret miydi BOYTU?

Elbette değil. BOYTU'nun yüklendiği anlam boyutla sınırlı değil.

BOYTU MÜCERRET

En ve boy’a derinliği de dahil etmektir; mânâları…

Görme ve dokunma duyularıyla algılanmasının yanında kavranabilmesi,
düşünce işlevselliğinin anın ahvaline eşlik etmesi, izleyeninde anlamlı bir etki,
estetik bir haz, ulvî bir duygu bırakması, hacmin bilinen anlamını aşmaktır BOYTU.

Kimi zaman kaideden inerek kimi zaman kaideden taşarak kazandığı
biçimsel dil zenginliği ile zamanla, mekânla, insanla bağ kurmasıdır.

Mücerret olan boyut kazanırken en zor şartlarda bile
manevî mihenk noktalarından asla ödün vermemektir.

.

Her ne kadar soyut heykel olarak tanımlamak mümkün olsa da
Türk İslâm Sanatlarında heykele ve figüre yer vermeyen ecdatla
aynı hassasiyeti taşıyarak, yalnızca soyut olana boyut katar
BOYTU MÜCERRET.

Ait olduğu değerlerle çelişmekten imtina eder.
Bu çelişkiyi taşıyan tasarımlarla ismini paylaşmaz.

‘’Asırlardır kendisini emziren anacığını incitmeden,
 ustalara hürmeti elden bırakmadan, aidiyeti inkâr etmeden.
Eskilerin tabiriyle, vâkıf ve nâfiz bir surette…’’

‘’Geçmiş ile şimdiyi; birbirini ezmeden yanyana getirmek kabil mi?’’
diye sorar düşünür…
Izdırabımıza tercüman olmuş sorulardan biridir bu.

.

Hem bugüne kadar edindiğimiz tecrübeyle hem de bu yolda ilerlerken
kulak kesildiğimiz mütefekkirlerimizden öğrendiklerimize binaen
tüm bunları başarabilme yolunun
‘’kadîm olanı keşfetmek’’ ten geçtiğini gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.

Zira ‘’Tarih, bugüne değin kadîm olanı keşfetmek için çaba sarf etmeyen hiçbir toplumun
yeni bir şey ortaya koyabildiğine tanıklık etmemiş.’’

.

Toplumsal hafızamızda barındırdığımız geleneksel sanatın ve kültürün
fikrî zeminini anlayabilmeyi bil kuvve içimizde taşımıyor muyuz?
Tüm bunların istidadında değil miyiz?

‘’Gelenekten alıp ilhamı
Çağın idrakine söyletmeli sanatı’’

diyerek; yeni bir boyut olan BOYTU MÜCERRET'i
gelecek için geleneğe ekleme hayalini işte bu bilinç ile kuruyoruz.

Sağlamdır üstünde yükseldiğimiz zemin
Satıhtan doğrulurken çizgilerimiz…
Zira derinlik bizim özümüzde
Bu yüzdendir özümüze yönelişimiz.

Ruhu ve bedeni,


Geçmiş ile şimdiyi yanyana getirmektir BOYTU MÜCERRET.

Gelecek için…

Çünkü;

GELENEK GELECEKTİR

Neden BOYTU Mücerret?

2004 yılında ilk örneğini ortaya koyup, adını koyamadığımız bu boyuta
her ne kadar içimize sinmemiş olsa da o günün şartlarında biblo denildi.

Bugün ise;

bize ait olanı ifade etmeyen bu adlandırmadan duyduğumuz rahatsızlığı
telâfi çabasındayız.

Günümüzde; masa, raf vb. üzerine konulan, farklı malzemelerden yapılmış
çeşitli boyutlardaki süs eşyalarını karşılayan terim olarak ‘’biblo’’ ismi kullanılıyor.

Tasarımlarımız;form olarak bu adlandırmaya yakın gibi görünse de öyle değil.

.

Şöyle ki: İştigalimiz; kültür ve sanat mirasımızın önemli bir kısmı ile.

En temel yapısında ‘’estetik ve soyut olanı boyutlama’’ olmakla birlikte 
Türk İslâm Sanatları zemininde, kendi değerlerinden konuları,
kendi medeniyetinden hikâyeleri, kendi kültüründen çizgi ve desenleri olan;
ahengi, biçimi, üslûbu ile her bir tasarımda bir öncekinden
daha iyi olmaya çabalayan tasarım değerlerimiz söz konusu.

Tasarımlarımız; salt bir biblo olmamakla birlikte salt bir süs eşyası yahut
hediyelik eşya olmanın ötesinde kendi kriterlerini oluşturan
ve daha da güçlenecek olan bizim kültürümüzün  süreği.

Gelecekte

lisan-ı hali ile geleneğin belâgatli tanıkları olmaya aday bir boyut.
Bu yüzden; BOYTU MÜCERRET.

Bu nedenlerin yanı sıra dil boyutu da var.
Biblo, Fransızcadan dilimize dahil olmuş bir kelime…

Oysa biz tasarımlarımıza hazırlanırken;
geleneğimizin kendi dilinden ve edebiyatından besleniyor,
kendi inancımız, bilimimiz ve felsefemizden feyz alıyoruz.

Biz tasarımlarımızı inşa ederken,
bizi inşa edense kendi geleneğimizin örf ve adetleri, âdâb-ı muâşereti.

Hani demiştik ya "Tüm ruhuyla gelenekselin eklendiği boyutudur Boytu.
Dilinin de dahil..."

İşte bu yüzden; BOYTU MÜCERRET.

Velhasıl

Sadece yabancı kelime karşısında Türkçe kelime kullanmış olmak için değil;
biblo, hediyelik eşya, heykelcik gibi kelimelerin getirmiş olduğu
algının ötesinde bir değer üretmeye çalışırken,

Öz değerlerimiz ile kullandığımız ifadelerde eş olsun diye;
BOYTU MÜCERRET

Bizim;

dünümüz ve bugünümüz var. İnşallah bir de yarınımız…

Tamam olmuş bilmek, tamam olmanın önündeki engeldir.
Tamamlanma yolunda yarın için gayretimiz.

Bize ait olanı koruyup, geliştirmek için,
Geleneksel Sanatları yeni bir formla gelecek nesillere taşımak için,
bizi BİZ yapan ortak bilincimiz için…
Yine, yeniden ama yeni bir şeyler ortaya koyabilmek için…

Biz; henüz yeni
Biz; esas şimdi başlıyoruz.

.

Yunus Emre ve Mevlâna, Türk düşünce dünyasının mütefekkirleri…

Rivayete göre çağları aşan sevgi mimarları buluşurlar.

Mevlâna her zamanki gibi pervanelerine alev olurken ve dahi, kendisi de
ilahi aşkın pervanesi iken Yunus Emre girer içeri, hasbihalde bulunurlar bir müddet. Mevlânâ, Divanı Kebir’inden ve Mesnevi’sinden bazı bölümler okur Yunus Emre’ye.

İşte o vakit

Yunus Emre’nin gönlünden şu sözler dökülür:

‘’Sözü biraz uzatmışsın. Ben olsam

-Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm.’’  der...

Geleneğimize aidiyet hissiyatımızın kuvveti ile
Yunus’a öykünerek diyelim biz de:

Geleneğe büründük 
Boytu diye göründük...